Takva - Rızık İlişkisi

TAKVÂ VE RIZIK İLİŞKİSİ



Bu makâlemizde takvâ ve rızık kavramları üzerinde duracağız. Kur’an-ı Kerim’de geçen bir âyette Yüce Allah’ın, mü’mini sıkıntılardan kurtarması ve ona rızkını vermesi takvâ sahibi olmasına bağlanmıştır: “Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa (ittikâ), Allah ona bir çıkış yolu açar. Onu ummadığı yerden rızıklandırır.”1 Bu âyetin iniş sebebiyle ilgili olarak şöyle bir olay anlatılır: Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ashâbından Avf b. Mâlik el-Eşcaî (r.a.) adında birisi vardı. Oğlu, müşrikler tarafından esir alınmıştı. Babası Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek oğlunun içinde bulunduğu durumdan ve muhtaç oluşundan bahsetti. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) ona sabretmesini tavsiye ederek, “Allah sana bir çıkış yolu gösterecektir.” buyurdular. Bu konuşma üzerinden çok geçmeden oğlu düşmanın elinden kurtuldu. Kaçarken düşmana ait bir koyun sürüsüne rastladı. Koyunları da önüne katarak bu ganimetle babasının yanına geldi. Bu olay üzerine Talâk Sûresi’nin 2. ve 3. âyetleri nazil oldu: “Kadınların iddet süreleri biteceğinde, onları ya uygun bir şekilde alıkoyun, ya da onlardan ayrılın; içinizden de iki adil şahit getirin; şahidliği Allah için yapın; işte bu, Allah’a ve ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir. Allah’a güvenen kimseye O yeter. Allah, buyruğunu yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü var etmiştir.”


Bu âyetlerden Yüce Allah’ın, söz ve davranışlarıyla hayatında İslâm’ı görünür kılan kullarına her türlü yardımı yapacağını anlıyoruz. O, dinine yardım edene yardım eder. İslâm’ı yaşamanın iman, İslâm ve ihsan düzeyleri vardır. İslâm, organların, iman kalbin ameli, ihsan ise, İslâm’ın kemâlidir. Hayatının her alanında ‘ihsan’a dayalı yaşamayı içselleştirmiş Muhsinler, müşâhede makamında olan insân-ı kâmillerdir. İşte takvâ, İslâm’ı ihsan düzeyinde yaşamanın adıdır. “İhsan, Allah’ı görür gibi kulluk etmektir.” Mademki Yüce Allah, sorumluluklarını yerine getiren kullarını ummadıkları yerden rızıklandırırsa, acaba takvâ sıfatıyla donanan kulların özellikleri ve güzellikleri nelerdir? Takvâ ve muttakî kulların vasıflarının bilinmesine ihtiyaç vardır.


Takvâ ve Muttakîlerin Vasıfları


Sözlükte; “sakınma, kaçınma, korunma” anlamına gelen takvâ, terim olarak; “imân edip emir ve yasaklarına uyarak, Allah’a karşı gelmekten sakınmak, dünya veya âhirette insana zarar verecek, ilâhî azaba sebep olabilecek inanç, söz, fiil ve davranışlardan ve her türlü günahtan uzak durmak” mânâlarına gelir.


Kur’ân-ı Kerim baştan sona kadar takvâ-ittikâ kavramı ile örülmüş, çeşitli formlarda 250 defa takvâ sözcüğü kullanılmıştır. 54 defa “ittekullâhe” şeklinde Allah’a karşı gelmekten sakınılması emredilmiştir. Peygamberler de ümmetlerine hep takvâyı tavsiye etmişlerdir. Temel anlamı korunmak ve sorumlulukları yerine getirmek olan takvâ sözcüğü, Kur’ân-ı Kerim’de; îmân, tevbe, itâat, günahları terk etmek, korkmak (haşyet), ibâdet etmek ve ihlâs anlamlarında kullanılmıştır.


Kur’an-ı Kerim’e göre takvânın üç mertebesi vardır. Bunlardan ilki; şirk, küfür ve nifaktan korunarak imana sarılmaktır. İkincisi, büyük günahları işlemekten, küçük günahlarda ısrar etmekten kendini alıkoymak ve dinî görevleri, farzları yerine getirmektir. Üçüncüsü ise, kalbi, Hak’tan başkasıyla meşgul edecek her şeyden temizleyip bütün varlığı ile Allah’a yönelmektir. Takvâ kavramının kapsamına iman, ihsan, ihlâs, ibadet, itâat, sâlih amel, birr ve adalet gibi övme ifade eden bütün kavramlar girmektedir. Yani takvâ kavramı, bu kavramların ifade ettiği bütün anlamları içermektedir. Çünkü “Takvâ, azıkların en hayırlısıdır.”


Görüldüğü gibi takvâ, helal-haram duyarlılığına riâyet etmek, gündelik yaşantıda “müteyakkız/uyanık” olmaktır. Burada kastettiğimiz uyanıklık ve farkındalık ferdî ve içtimâî hayatın her alanında geçerlidir. Bunu irfan ehli, “kılı kırk yararcasına her türlü şüpheli işlerden uzaklaşmak” şeklinde ifade ederler. Sahâbenin hayatından takvânın ne olduğuna dair şu misâli verirsek konu daha iyi anlaşılacaktır. Hz. Ömer (r.a), bir gün Übey b. Ka’b (r.a.)’a, “takvâ”nın ne olduğunu sormuştu. Übey de ona, “Sen hiç çıplak ayaklarınla dikenli bir tarlada yürüdün mü?” diye bir soru sormuştu. O da ‘Evet.’ deyince, “Pekiyi, dikenli bir tarlada çıplak ayakla nasıl yürüdün?” diye sorduğunda, Hz. Ömer, “Elbisemi topladım ve dikenlerin ayağıma batmaması ve zarar vermemesi için bütün dikkatimi sarf ettim.” cevabını vermişti. Bunun üzerine Ka’b b. Übey, “İşte takvâ budur.” demişti.


Takvâ fiilinin muhâtabı, muttakîler/korunanlardır. Muttakîlerin vasıfları Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; âhiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” Dikkat edilirse bu âyetlerde iman-amel ve bilinç planında gelişen bir Müslümanlık üzerinde durulmaktadır. Bu tür bir Müslümanlık anlayışı geliştirilmediği sürece evrensel ölçekte ellerimiz ve gönüllerimiz birleşmeyecektir. Çektiğimiz sıkıntıların temelinde biraz da bu vardır.


Rızık ve Takvâ İlişkisi


Takvâ, bir Müslümanın Yüce Allah’ın yasaklarına karşı kendisini koruması olunca, rızıkla da çok yakın bir ilişkisi vardır. Çünkü kişinin helal ve haram yoldan yediği içtiği şeyler takvâya olumlu ya da olumsuz yönde tesir eder. Bu sebeple Müslüman “edeb” sahibi olmalıdır. Arapça bir kelime olan edeb, üç harften meydana gelir: Elif, dâl ve bâ. Bu harflerin açılımı aynı zamanda edebin ne olduğunu da tanımlar. Her bir harfin sembolik bir anlamı vardır. Elif, el organını, dâl, dil organını, ba, bel (avret) mahallini/organını sembolize eder. Bu kelimelerin ortak bileşeni olan edeb; “eline, diline ve beline sahip olmak”tır. İşte gerçek takvâ sahipleri her hâlükârda edepli olanlardır. Edebin kemâli, helal rızıkla sağlanır.


Arapça’da ‘rızk’ sözcüğü; “haz” ve “nasip” anlamında isim olup, Cenâb-ı Allah’ın “canlıya zevk ve faydalanma nasip ettiği şey” diye tarif edilir. Şu halde rızk bir kimsenin ister özel mülkiyeti olsun ya da olmasın; yenilen, içilen ve diğer şekillerde faydalanılan mallara dendiği gibi; her biri bir inci mesâbesinde olan evlatlarımıza, sâliha eşimize, helal kazanç kaynaklarımıza, ilim ve bilgilerimize de denir. Buradan hareketle söylemek gerekirse, rızk; dünya ve âhiretteki bağış, kısmet/pay mânâsına geldiği gibi, mideye ulaşan ve onunla beslenilen gıda mânâsına da gelmektedir.


İslâm, helâl kazanca çok büyük önem verir. İslâm’da kazancın çoğu değil, temiz ve helâl olanı makbuldür. Helâl lokma, kişinin el emeği, alın teri, yasal ve helal yollardan kazanılan ve göz nuru dökerek elde ettiği kazançtır.


Helâl kazanç ve helâl lokmanın sağlanması ancak toplumun her ferdine İslâm ticaret ahlakını öğretmekle sağlanabilir. Takvâ bağlamında haram kazançtan sakınmak, bu hususta İslâmî değer ve ölçülere bağlı kalmak, helâl yoldan elde edilen kazanca kanâat etmek Müslüman olmanın bir gereğidir. Bu konuda takip etmemiz gereken yöntem Kur’an âyetlerinde şöyle belirtilmiştir:


“Artık Allah’ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin, eğer (gerçekten) yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız onun nimetine şükredin.”


“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin.”


Helâl yoldan kazanılan kazançtan yemek bir hak, haram olan kazançtan sakınmak da bir görevdir. Yüce Allah sayısız nimetleri kullarına bahşetmiş, helâl yoldan istifade etmelerini, haram ve şüpheli şeylerden sakınmalarını da emretmiştir. Bu konuyla ilgili bir rivâyette Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Helâl belli, haram belli ikisi arasında şüpheli şeyler vardır ki, çok kimseler onu bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa haysiyetini ve dinini kurtarmış olur. Her kim de şüpheli şeylere dalarsa, koru etrafında (davar) otlatan bir çoban gibi sürmez, içeriye dalabilir. Haberiniz olsun her yöneticinin bir korusu olur. Allah’ın yeryüzündeki korusu da haram kıldığı şeylerdir. Dikkat ediniz vücudun içerisinde bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün ceset iyi olur, o bozuk olursa, bütün ceset bozulur. İşte o et parçası, kalptir.”22


Bereketli kazanç, haram ve şüpheli şeylerden arınan kazançtır. İslâm insanın kullandığı ekonomik imkânları onun rızkı olarak kabul etmiş ve rızkın helal olmasının da ölçülerini koymuştur. Bu ölçü, helâl ölçüsüdür. İnsan rızkına, kazancına helal yolla ulaşmak zorundadır. Mal, para gelsin de hangi yoldan gelirse gelsin diyemez. Haram yolla haksız kazanç sağlayamaz.


Yüce Rabb’imizin rızık olarak verdiğine râzı olmamak, kanâat ahlâkını terk etmek, insanı hırs ve doyumsuzluğa sürükler. Sınırsız bir kazanma hırsı içinde olma insanı açgözlülüğe sevk eder. Kanâat sahibi olmayan, gözü aç olan kimsenin hiçbir şekilde, tatmîn olması mümkün değildir. Onu ancak ölüm temizler. Aslında her insanın doğal yapısında servet edinme hırsı ve çok kazanma arzusu vardır. Peygamberimiz buna işaretle, “İnsanoğlunun bir vâdî dolusu altını olsa ikincisini ister. Onun ağzını ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.”23 buyurmuşlardır.


Sonuç
Mü’min insanın şüpheli olan şeylerden kaçınması, dinini ve ırzını korumasının öncülüdür. Bu da takvâ ile olur. Yüce Allah, kendisine karşı sorumluluk şuuru taşıyan muttakî kullarına her zaman yardım eder. Muttakîliği korumak da helal lokma ile sağlanır. Müslümanların, Allah’ın varlığına ve birliğine inandıkları gibi O’nun er-Rezzâk olduğuna da inanmaları gerekir.


Yazar:Ramazan ALTINTAŞ, Kategoriler:203.Sayı, İtikat