Azîzân Ali Râmîtenî (k.s.)

Azîzân Ali Râmîtenî (k.s.)


Buhara’nın yaklaşık 14 km. kuzeyindeki Râmîten kasabasında doğdu. Mahmûd Encîrfağnevî’ye intisap edip tasavvufî eğitimini tamamladı ve onun halifesi oldu. Bir süre Râmîten civarında halkı irşad ettikten sonra Bâverd/Ebîverd’e göç etti. Orada da bazı müridleri oldu. Daha sonra Bâverd’den Harizm’e gitti ve oraya yerleşti. Bu yüzden Buharalılar kendisine Ali Râmîtenî (k.s.) derken Harizmliler Ali Bâverdî demekteydiler. Tasavvuf ehli arasında “Azîzân” lakabıyla meşhur idi.1


Râmîtenî (k.s.)’nin Harezm şahı ile iyi münasebetler içinde olduğu bilinmektedir. Aldığı mânevî bir işaret üzerine Râmîtenî (k.s.), Harezm diyarına hicrete karar verir. Harizm’e gittiğinde, kendisini sadece dokumacı olarak tanıtan Ali Râmîtenî (k.s.), şehre girip ikamet etmek üzere şahtan izin almak için iki müridini gönderir. Onlara; “Varın gidin şaha. Kapınıza fakir bir dokumacı geldi ve şehrinize girip ikâmet etmek üzere sizden izin istiyor. İzniniz olursa girecek, değilse geri dönecek. İzin verirseniz, buna dair bir ferman veya vesika talep ediyor.” deyin diye emir verir.


Dervişler Râmîtenî (k.s.)’nin emrini aynen yerine getirirler. Böyle bir teklife alışık olmayan şah, önce şaşırır. Sonra da istenilen imzalı vesikayı verir. Dervişler şahın fermanını şeyhe getirince, o da Harezm’e girer ve şehrin kenar mahallesinde bir eve yerleşir.


Şeyh Harizm’e yerleştikten sonra her sabah ırgat pazarına gidip birkaç amele tutarak onlara: “Sizin işiniz hemen abdest alıp ikindi vaktine kadar burada bizim sohbetimizde bulunmak. Giderken de ücretlerinizi almak.” derdi. Dolayısıyla o, ikindi namazına kadar onlarla dinî ve tasavvufî konularda sohbet eder, sonra da ücretlerini verip gönderirdi. Ancak bir kez sohbetinde bulunanlar bir daha ayrılmak istemez, sonraki günlerde tekrar gelirlerdi. Böylece kısa sürede birçok müridi oldu. Bu durumu tedirginlikle karşılayan bazı kişiler, durumu padişaha bildirdiler. “Böyle giderse bu şeyh, yakında şah olacak ve saltanatınız elden gidecek.” diye onun ardına çok sayıda insanı topladığını, padişah için potansiyel bir tehlike ve rakip olabileceğini ileri sürdüler. Harezmşah da Râmîtenî (k.s.)’ye haber göndererek, derhal Harezm’i terk etmesini ferman buyurdu. Ancak Râmîtenî (k.s.), “Bizim elimizde bizzat kendilerinin imza ve mührü bulunan ve şehirde ikametimize izin veren bir belge var. Eğer Şah imza ve mührünü inkâr ediyorsa, o zaman şehri terk edelim.” deyince Şah, imzasını reddetme küçüklüğüne düşmeden, şeyhin yanına geldi. Şeyhte gördüğü mehabet karşısında ona hayran kalıp onun bağlıları safına katıldı.


Harizm’de halkı irşada devam eden Ali Râmîtenî (k.s.)’nin 130 sene kadar yaşadığı nakledilir. Vefat tarihi olarak 28 Zilkade 715/23 Şu-bat 1316 ile 721/1321 tarihleri verilmektedir. Halkın ziyaretgâhı olan kabir bugün Türkmenistan’ın kuzeyinde Taşhavuz vilayetinin Köne Ürgenç kasabasındadır.


Râmîtenî (k.s.)’nin boyu uzun, yüzü güzeldi. Azaları arasında tam bir uyum vardı. Fakrı iltizam etmiş bir dokumacıydı. Avamdan insanlarla ülfeti severdi. Keramet ve makam sahibi kâmil bir velîydi. Kübreviyye şeyhi Alâüddevle Simnânî ile mektuplaşmış ve Yesevî şeyhi Seyyid Ata ile bizzat görüşmüştü.


İmanı bir heyecan ve duygu olayı olarak gören Ali Râmîtenî (k.s.)’ye “İman nedir?” (bazı kaynaklarda tasavvuf nedir?) diye sordular: “Ayırmak ve birleştirmek.” diye cevap verdi. Yani gönlü mâsivâdan ayırmak ve Hak ile beraber olmak.


Tüm gayreti ile kitlelerin hayra kanalize edilmesini, bağlılarının ebedî kurtuluşu elde etmelerini hedefleyen Râmîtenî (k.s.) İslâm’ın esaslarını sağlam bir tevbe ile yerine getirmekten bahseder. “Allah (c.c.)’a nasuh tevbesiyle tevbe ediniz” meâlindeki âyette hem işaret hem de beşaretin bulunduğunu söylemektedir. İşaret tevbeye, beşaret de olunacağınadır. Çünkü kabul olunmayacak olsa emredilmezdi, diyerek Allah (c.c.)’tan ümit kesmemeyi yeğlemektedir.


Ona göre tasavvufun hedefi ilâhî muhabbettir. Hakk’ın rızasını kazanmak ve Allah (c.c.)’ı candan sevmek tüm hâl ve hareketlerin aslıdır. Ona göre muhabbetin şartı ise muvafakattir. Hz. Peygamber(s.a.v.)’i sevdiğini iddia eden kişinin ona uyması gerekir.


İlâhî muhabbeti kazanmak kadar korumak da önemlidir. Bu gerçekten hareketle o, mutasavvıfların “Ağza giren ve çıkanın Allah ve Rasûlü’nün rızasına uygun olmasına dikkat etmek” diye tarif ettikleri verâda titizlik gösterir: “İki yerde dikkatli olun; yemek yerken girene, konuşurken ağzınızdan çıkana.” derdi.


İmanı kemâle erdirmeyi, tevbede samimiyeti, ilâhî muhabbeti gerçekleştirmeyi, Allah Rasûlü (s.a.v.)’ne tam bir ittibayı öngören Râmîtenî (k.s.), amele güvenmeyi ise asla makbul saymazdı. Amele bağlanmayı ve onun güzelce yerine getirilmesini öngörürdü. Ancak kişinin kendini de amelini de noksan bilmesini ve yine amele sarılmasını tavsiye ederdi.


Bir gün müridlerinden biri huzuruna varıp kalbinin dağınıklığından ve kendini ibadetlere tam veremediğinden bahseder. Râmîtenî (k.s.) ona şu rubâîsini okur.


Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa,


Kalbindeki dünya derdini senden almazsa,


Onunla sohbetten etmez isen teberri,


Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri.


İbadetlerden haz almanın, gönülden kulluk eder hâle gelmenin yolunu Râmîtenî (k.s.) İlâhî tecellinin yansımasına bağlar ve der ki: “Büyükler, ‘Allah (c.c.), mü’min bir kulunun gönlüne bir gecede üç yüz altmış defa nazar eder.’ demişlerdir. Bu sözle onlar, kalbin vücuda açılan üç yüz altmış penceresini kastetmişlerdir. Gönül, Allah (c.c.)’ın zikri ile kaynayıp coşunca, Allahu Teâlâ o kalbe nazar eder. Bu nazar ile kalbe doğan feyizler ve nurlar, bu üç yüz altmış koldan bütün vücuda yayılır. Böylesi nurların ve feyizlerin yayıldığı bir uzuv, kendi hâline göre zevkle ibadet eder, yapılan taat ve ibadetlerden lezzet alır.”


Zikirde ihlâs ve samimiyetin gereğini dile getiren sözlerinden biri şu şekildedir: “‘Güzel sözler O’na yükselir’ âyetinin hükmünce, zikir kuşunun kanat açıp uçabilmesi için iki kanadı olması gerekir. Biri huzur, diğeri ihlâstır.”


Kişinin iman, amel, ilim, irfan, ahlâk ve mânevî mertebeler bakımından kendisinden yüksek kişileri örnek almasını, öncü şahsiyetlerinin seçkin hasletlerine bürünmeyi, modelleme yoluyla bayağı tutkulardan kurtulmayı öngören Râmîtenî (k.s.) örneğinde Hâcegân şeyhleri; “Hocalar/din âlimleri bizim efendilerimizdir.” diyerek ulemaya büyük bir saygı göstermişlerdir. Ali Râmîtenî (k.s.)’nin meclisinde âlimlerden birisi onu övercesine; “Siz özsünüz, biz ise kabuk.” deyince, Râmîtenî (k.s.); “Öz, kabuğun himaye ve koruması altındadır.” diye cevap vermiştir.


Sohbetleri, tasarruf gücü, himmet ve heybeti ile dikkat çeken Râmîtenî (k.s.)’ye ait pek çok keramet rivayet edilmektedir. Örneğin, Râmîtenî (k.s.) Harizm’de pazarın kurulduğu gün akşam saatlerinde iplikçiler pazarına gider, kimsenin beğenip almadığı iplikleri değeri üzerinden satın alır ve evine getirirdi. O, bir köşede ibadetle meşgul olurken iplikler kendiliğinden dokunur ve kumaş hâline gelirdi. Bu işi gayb erenleri, Müslüman cinler ya da meleklerin yaptığı kabul edilmekleydi. Râmîtenî (k.s.) bu kumaşları satıp elde ettiği kârı üçe böler, âlimlere, fakirlere ve kendi ailesine sarf ederdi.


Râmîtenî (k.s.)’nin hayatı ve düşünce dünyasına ait tespitlerimizi, onun Allah (c.c.) katında sevgili kul olabilmenin on altı şartını sıralayarak özetleyebiliriz:
Temiz olmak: Temizlik de iki kısma ayrılır:


Zâhirî temizlik: Dış görünüşün temiz olmasıdır. Bu, bütün insanların dikkat edeceği hususlardandır. Giyecek, yiyecek, içecek ve kullanılacak bütün eşyaların temiz olmasıdır.


Bâtınî temizlik: Kalbin iyi huylarla dolu olmasıdır. Haset etmemek, başkaları hakkında kötülük düşünmemek, Allah (c.c.)’ın düşmanlarından nefret etmek, dostlarına da muhabbet etmek gibi Allah (c.c.)’ın beğeneceği iyi huylardır. Kalp, Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhıdır. Bu sebeple kalbe dünya sevgisi doldurmamalıdır. Haram olan yiyeceklerle beslenmemelidir. Gönül temiz olmazsa ibadetlerin lezzeti alınamaz, marifete ve ilâhî bilgilere kavuşulamaz.


Dilin temizliğidir: Dilin münasebetsiz ve uygun olmayan sözleri söylemeyip susması, Kur’ân-ı Kerim okuması, emr-i bi’l-ma’rûfnehy-i ani’l-münkerde bulunması, Allah (c.c.)’ın emirlerini yapmayı ve yasaklarından kaçınmayı bildirmesi, ilim öğrenmesi dilin temizliğinin göstergesidir.


Mümkün olduğu kadar insanlardan uzak durmaya çalışmak: Böylece göz, haramlara bakmamış olur. Zira kalp, göze tâbîdir. Her harama bakış, kalp aynasını karartır.


Oruç tutmak: İnsan oruç tutmak suretiyle meleklere benzemiş ve nefsini kahretmiş olur. Kişi oruç tutarak gönlünü huzura kavuşturmalı ve şeytanın yolunu kapatıp siper hâsıl etmelidir.
Allah (c.c.)’ı hatırlamak ve ismini çok söylemek: En faziletli olan zikir “Lâ ilâhe illallah”tır. “Lâ ilâhe illallah” diyen kimse ihlâs sahibi olur.


Havâtırı fark etmek: Havâtır, yani insanın kalbine gelen düşünceler dört kısımdır. Bunlar; rahmânî, melekî, şeytânî, nefsânîdir. Havâtır-ı rahmânî; gafletten uyanmak ve kötü yoldan doğru yola kavuşmaktır. Havâtır-ı melekî; ibadet ve taate rağbet etmektir Havâtır-ı şeytânî; günahı süslemektir. Havâtır-ı nefsânî; dünyayı talep etmektir. Şeytânî ve nefsânî düşüncelerden kurtulmak gerekmektedir.


Allah (c.c.)’ın hükmüne rıza göstermek ve iradesine teslim olmak: Havf ve recâ/korku ve ümit arasında yaşamak esastır. Zira Allah (c.c.)’tan korkan kimse, günah işlemekten utanır. Ayrıca mümin ümitsizliğe de düşmez. Zaten Allah (c.c.) da ümitsizliğe düşmemeyi emretmektedir.
Sâlihlerle sohbeti tercih etmek: Sâlihlerle sohbet edildiği takdirde, günahlara perde çekilir, haramlar gözüne kötü görünür.


İyi ve güzel hasletlerle bezenmek: Bu da her şeyi yaratan Allah (c.c.)’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktır.


Helâl ve temiz lokma yemek: Helâl yemeyen kimse, Allah (c.c.)’a itaat etme gücünü kendisinde bulamaz. Helâl yiyen kimse de Allah (c.c.)’a isyankâr olamaz. Helâl ve temiz yer, asla israf etmez.


Dipnot

1.    Bu makale Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. H. İbrahim Şimşek’in Nasihat Yayınları’ndan neşredilen Altın Silsileden Altın Halkalar kitabının 187-201. sayfalarından özetlenmiştir.