Minah (121-150)



Minah-121:

Şeyh müridlerine her zaman tasarruf eder. Maneviyat verir. Ama bu maneviyat ve tasarrufu muhib olan kendisine gasb eder.

Minah-122:

Yüce mecliste bulunanlara buyurdular: “Hiç bir şey hizmete denk değildir.” Ehlullah’ın hepsi çeşitli mertebelerde ve çeşitli meşreblerde bulunmalarına rağmen, şuurunun olmadığı fena makamında dahi mahlukata hizmet ve menfaatlerinin dokunması için gayret sarf ederler.

Ehlullah’ın her biri Allah (c.c.)’tan aldıkları işaretle hizmetlerini yaparlar. Bunların bir kısmı şerefli nefislerini ve aziz vakitlerini mümkün olduğu şekilde hizmete vakf etmişlerdir. Yaptıkları hizmette hizmetler ve hizmeti yapılanlar arasında fark gözetmezler. Hatta akıl ve konuşmadan mahrum hayvanlara dahi hizmet ederlerdi.

Kendisini hizmete vakfedenlerden birisi de Yakut-i Arşi (k.s)’dir. Bu devletlü İskenderiyede ikamet edip bütün vaktini mahlukatın ihtiyacına harcardı. Hatta bir gün bir güvercinin kendisiyle konuşmasından sonra acele olarak kalkıp Mısır’a gitti. Oradaki bir şahısla tenha yerde görüştü. Ondan komşusu olan güvercinin yavrularını yememesini rica etti. Tekrar iskenderiye’ ye döndü. İşte bu zat arşilik makamına hep hizmetinin bereketiyle ulaştı. Bir kısım Ehlullah’da hal ve kal ilimlerinin ikisini veya bunlardan birini neşir yoluyla hizmet ederler. Bir kısmı da kendi nurlarını cisimler ve ruhlar üzerine yağdırırlar. Bununla onları evhamın zulmetinden kurtarırlar. Hatta gezegenlerin nurları, ancak bunların füyüzatındandır. Bunların çanaklarının bulaşığı kadehlerinin artığıdır.

Molla Cami (k.s.) beytinde neler söylüyor:
[su_quote]
”Pazu ile bileğini toprağa (anasıra) alışkanlıktan silkele,
Felek eyvanlarının zirvesine kadar uç,
Mavi taylasanların faksını gör,
Alemin üzerine nurdan eteklerini silkele.”[/su_quote]

Mavi taylasan sahibi gezegenlerdir. Onların raksında görülmesi emredilen, aleme saçılan nurdan etekler diye vasfedilen, Ehlullah’ın eflake yükselen nurunun birazıdır,
Bu nurların safisi Bunların bazıları dünyada görülür. Tamamı ahirette görülür. Gezegenlerden menfaati tam olan güneş ve aydır.

Ehlullah’ın bir kısmı da zulümleri gidermek, zayıflara yardım etmek, dinin yayılması ve sünnet-i seniyelerin ihyası için hüküm sahiplerinin arasına karışırlar. Şeyh Tahur (k.s.) bunlardan birisi idi.

Öyle Ehlullah’da vardır ki, bir kaç hizmeti beraber yürütürler. Hoca Ubeydullah Ahrar (k.s.) bunlardandı. Hem emir sahipleri ile bir arada bulunur, hem de diğer hizmetleri yapardı.

Minah-123:

Hizmet hakkında bir sohbet daha ettiler. Buyurdular: “Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’nin halifeleri; icazet alırken, irşad ve teveccüh yapmayacaklarını, yalnız bütün mahlukata hizmet edeceklerini söylediler. Şeyhim de bu sözleri kabul etti. 0 halife, insanlara ayrım yapmadan hizmet eder. Umumi toplantılarda hizmetcinin yerinde dururdu. Hizmetle meşhur olduğundan, halk kendisine hizmet ettirmeye cesaret ederdi. Hatta yarım akıllı bir kadın, testisini doldurup çeşmeden getirmesini teklif etti.”
Gavs (k.s.) Hz.’nin bu sohbeti yapmakta gayesi zannederim şuydu. Hizmet şerefli olmakla beraber mürşidin heybet ve vekarının müridin gözünden düşmemesi için o halifenin irşad makamının yanında bulunmaması gerekir.

Minah-124:

Zannediyorum hizmet eden mürşit şeyhinin yanında olduğu zaman genel hizmetin, irşad makamına zarar vermediğini beyan hususunda şöyle buyurdu: “Şeyh Abdullah-ı Herati (k.s.) kendi şeyhi, Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.)’ye hizmet ederdi. Onun hayvanlarına bakar, hamurunu yapıp ekmeğini pişirirdi. Eli hamurda iken Şeyhi (k.s.) çok defa ona gidip halkadakilere teveccüh yapmasını emrederdi. 0 da elinin hamuru ile gidip teveccüh yapardı.”

Minah-125:

Sohbet meclisinde müridanın birbirinin arkasında oturmasını Gavs (k.s.) Hz. tasvip etmezdi.
Böyle yapanları şiddetle men ederdi. Halkanın arkasında oturanı kaldırır: “Ya halkaya gir, ya da buradan uzaklaş”buyururdu. Bir gün bu kaideye uymayan sofiye “bizim size dediğimizi boş söz veya oyuncak mı sanıyorsunuz?”buyurdular.

[21 Süre-1 Kevser, ayeti]
[22- Cenab-ı Hak Peygamber Efendimize (a.s.) irşad makamını ihsan etmiştir. İrşad makamından murad Hz. Peygambere (a.s.)tabi olan müslümanlardır. Ki onlar da Peygamber (a.s.)‘in manevi evladlarıdır. Şu halde Cenab-ı Hak (c.c.) zahiri evlad vermeyi ihsan saymamış lakin manevi evlad vermeyi ihsan saymıştır. Bu durum manevi intisabın zahiri intisabdan kuvvetli olduğunun delilidir.]

[24- İnsan kelimesi ünsden gelip hatırlamak manasındadır. Nas ise nisyandan gelip unutmak manasındadır. Dolayısıyla ademoğlunun letaifleri yükselip makamlarına ulaşmamışsa ona nas denir. Insan denilemez. Zira unutkanlığı sebebi ile ilk adını hatırlamamaktadır. Ne zaman ki letaifler yerine ulaşır. Ahd ve misakin hatırlar o zaman insan olur. Bu bilgilere göre minahda geçen hadisi şerifteki menfaat veren için, insanlardan hayırlıdır dersek o zaman arif olmayıp menfaat verenin arif olup menfaat vermeyenden daha hayırlı olması gerekir. Dolayısıyla hadisi şeriften murad menfaat verenin insanlardan değil naslardan hayırlı olmasıdır. Gavs (k.s.)‘ın son olarak yalnız arif olan menfaat vermekten boş değildir buyurması arif olmayanın, ariften üstün olamayacağını kuvvetlendirmiştir.]

[25 Feyzu-ül-Kadir, cilt 111, sh. 481; No: 4044]

[26- Salikin başlangıçta halk ile şuuru olup Hak ile şuuru yok denecek kadar azdır. istiğrak makamında halkın şuuru gidip Hakk’ın şuuru gelir. Rücu denilen istiğraktan dönme durumuna gelince Hak ile olan şuuru gitmemekle beraber halk ile olan şuurda gelir. Bilinsinki sülukun başlangıcındaki halk ile olan şuur sülukun başlangıcındaki halk ile olan şuur sülukun sonundaki şuur sureten bir olsa dahi hakikatte bir değildir. Çünki ilk şuur Hak’tan alıkoyar, sonraki şuur ise öyle değildir.]

Minah-126:

Tayy-ı mekan akşam ile yatsı arasında olur.

Minah-127:

Bast-ı zamana Gavs (k.s.) Hz. şöyle açıklardı. “Allah (c.c.)’ın izniyle bazı evliyaya nasib olur. Şah-ı Ferah (k.s.) bir gün murakabede bir saat kadar kaldı. Sonra müridlerine “Bana bu saatte seksen senelik bast-ı zaman oldu. Seksen senelik amel işledim.” buyurdu. Şah-ı Ferah’a bu zaman içinde işlediği amelin sevabı verilir. Çünki sevap Allah (c.c.)’ın fazlındandır. Sebebsiz verir. Bast-ızamanda yapılan bir amelle, normal zamanda yapılan amellerin sevabı eşittir.

Gavs (k.s.) Hz. bu sohbetlerine Nefahat’te yazılı bulunan, bir kıssayı anlatarak devam etti: “Bir adam suya dalıp çıkınca, kendini başka bir yerde buldu. Sudan çıktı.. Normal hayata başladı. Evlendi, çocukları oldu. Zaman ona bu kadar genişletildi. Başka bir zaman yıkanırken, sudan çıkınca eski yerde ve elbiselerini yanında buldu. Elbiselerini giyip eski evine döndü. Evinde hiç bir değişiklik görmediği gibi, evdekilerde onun durumunda bir değişiklik sezmediler.”
Sohbette bulunan bir fakir: “Imam-,i Rabbani (k.s.)’den bu meselenin hakikati soruldu. O bunu vak’aya (Salike uyku ile uyanıklık arasında olan hal) çevirdi. Bu çevirmeyle, bast-ı zamanın bir şahıs için mümkün olmadığını söylemek istemedi. Ancak iki yer arasında o zaman tarihin muhtelif olmasa gerektiğinden, (ki bu anlaşılması zor bir meseledir. 0 kıssada bahsi yoktur) ayrı yerlerde mümkün görmedi.” dedi.
Gavs (k.s.): “Kıssada o adamın bast-ı zamanında hasıl olan evlad ve iyalini getirdiği yok mudur?”

Fakir: “İmam-ı Rabbani (k.s.) bunu da vak’aya hamletti.”
Gavs (k.s.), bu tevil ve fakirin ona bu şekildeki hitabını hoş görmez gibi sustu.
Sonra Gavs (k.s.) “bast-ı zaman her halükarda aklın hududunu aşar. bu gibi hususlarda akla bakılmaz. Allah (c.c.)dilediğini yapar. Onun kudretinden hiç bir şey mümteni değildir. Şah-ı Nakşibendi (k.s): (Bu taifenin ellerinde dünya önlerinde sofra gibidir. Hiç bir şey onlara gizli değildir,) buyurmuştur. Bana göre: bu taifenin elinde dünya tırnağın görünen kısmı gibidir.” buyurdu.
Acaba Gavs (k.s.)’ın bu konuşması, yukardaki nakilde geçen kıssanın, yorumlamaya ihtiyaca olmadığının bir teyidi midir? Yoksa o fakir ve benzerlerinin böyle konuşmaktan men yolunda müstakil bir minah mı olacaktı?

Bu minah bu yüksek topluluğu dinleyenin edebini bildirmekle. Sadatların nazarında kainat tırnağın serti gibi olduğundan dolayı, dinleyenin, herhangi bir kitapta gördüğü veya bir sebeble bildiğinin de, sadatların malumu olduğuna itikad etmesini beyan eder.

Dinleyenin, bir başka edebi de şudur: Sadatların, dinleyenin bilgisine muhalefet etmeleri cehaletlerinden değil bir hikmet için olduğuna itikad etmelidir. Dolayısıyla bu itikadın hilafını bildirir şekilde onlara hitap etmemelidir.

Minah-128:

Gavs (k.s.) hazır bulunduğu bir mecliste zamanın bir şeyh taslağından: “0 gerçek hak sahibi olan bir kişiyi, hakkını almaktan men etti. insanların koyduğu kaideleri de buna delil gösterdi” diye bahsedildi.
Gavs (k.s.) çok kızarak: “Bakınız… Bakınız… bu iki dava arasındaki tenakuz ve ayrılığa!… Hem şeyhlik iddia ediyor. Hem de Allah (c.c.)’ın dinine muhalefet edip, insanların koyduğu kaidelere uyuyor.”
Ben (Halid-i Öleki) üstadın o gün kızdığı gibi kızdığını hiç görmedim. Onun o kızgınlık durumunu zaman kalbimizden “keşke sükut etse” dedik.

Minah-129:

Çok sefer kalp yumurtasını afetlerden korumayı öğretmek için şu beyti söylerdi:

[su_quote]
”Doğan kuşu gibi gönül yumurtası üzerine, 
Bekçi ol, ta ki gönül yumurtası sana doğura.”[/su_quote]

Beyti okuduktan sonra Gavs (k.s.): “Bu kuş yumurtasına bakarak terbiye eder. Kuluçka devresini baka baka tamamlar,”

Gavs (k.s) Hz. Şeyhi Seyyid Taha (k.s)’nin şöyle dediğini nakletti.
“Fani olmak, kalben birbirine dua ve niyaz dilemektir.”
Bu sohbet üzerine bir fakir: “And olsun Seyyid Taha (k.s.) işi kolaylaştırmıştır dedi.”
Gavs (k.s.) tebessüm ederek “evet, öyle” dedi.

Minah-131:

Gavs (k.s) “Cizre emirliklerinin çöktüğü fitne ve fesadın çoğaldığı, eşkiyaların geceleri duvarları delip evleri bastıkları bir dönemde orda bulunan büyük bir alimin akşamları karanlık basınca elbiselerini değiştirip, silahını kuşanarak, eşkiya kılığına girdiğini, sabah güneş çıkıncaya kadar evinin etrafinda dolaştıktan sonra tekrar alim kılığına döndüğünü” nakletti.
Zannımca Gavs (k.s.) bu kıssayı anlatmaktan gayesi şuydu: “Mürid gece mesabesinde olan heves ve isteklerinin karanlığa daldığı zaman havatır-ı şehvani, nefsinin arzuları ve şeytanın vesvesesi kalbe hakimdir. Dolayısıyla zikrullahın kalbe hükmü zayıftır. Bu durumdaki müride lazım olan odur ki kalbini gaflet ve havatırdan korumak için benlik ve arzularını bırakıp, kalbini bekçi gibi gözetmeli, şeref ve haysiyetini düşünmeden Allah (c.c.)yolunda çalışmak ta ki zikrullah kalbe hakim olsun, vesveseler def olsun. Artık o zaman rahat eder. Gayesi Allah (c.c.) olduğu içinde meşru olan herşeyi yapabilir.

Minah-132:

Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nın: -Münkirden aslandan kaçtığınız gibi kaçınız. Münkirlerin ekmeğini yemek kalbi kırk gün zikirden alıkoyar. Eğer bu münkirler Hz. Peygamber (a.s.) zamanında yaşasalardı, iman etmezlerdi.” buyurduğunu naklederdi.

Minah-133:

Müridin, benim kalbim tasfiye edilmiştir. Münkirlerle oturmak bana zarar vermez demesinin caiz olmayacağını belirten Gavs (k.s.) Hz. buyurdu: “Güneşin büyük olmasına rağmen ince bir bulut onu kapatır.”
Kendisine bağlı ilim talebelerini, bu yolun münkiri olan, alimlerde okumaktan men ettiği gibi, kendisine bağlı muhlis bir hocanın da münkir bir talebeyi okutmamasını buyururdu.
Münkir bir alimi kastederek: “Bir çok muhlis talebeyi öğrencisi oluduğu için, ifsad etmiştir.” buyurdu.
Yine “Filanca da muhlis birisiydi. Münkir olan kardeşine meylettiğinden bozuldu.” buyurdu.

Minah-134:

“Tarikattan istifadenin temeli kim olursa olsun, münkirden alakayı kesip ayrı durmaktır.” buyurdu.

Minah-135:

“Münkirle bir arada bulunmak şüphesiz müride zararlıdır. Bu zararı hissetmeyen kemalatından değil, bu yolda istifade etmemiş oluduğundandır.” diyen Gavs (k.s.) Hz. devamla şöyle buyurdu: “Tarikatta ilk girdiğimizde bir ihvanla beraber bir münkire misafir olduk. Bu sebeble kendimden bir kaç gün müridlik nisbetinin kesildiğini hissettim. O kardeşim böyle bir şey hissetmedi.”

Minah-136:

“İlk defa tarikata girmeye azmeden kişiye vacip olan, hakkını inkar etmemek kaydıyla dostlukları eskide olsa mutlak surette münkir ile alakayı kesmektir. Yoksa tarikattan bir fayda görmez.” dedikten sonra Gavs (k.s.) Hz. kendisinden Şöyle misal getirdi. “Ben tarikatta ilk girdiğim zaman hiç fayda görmedim. Çünki benim tarikati inkar’ eden, alimlerden birisiyle eski hukukumdan dolayı dostluğum vardı. Sonra Allah (c.c.)’ın keremiyle o dostluktan kurtuldum. Tarikatta gayeme kavuştum.”

Minah-137:

Mürid, münkirin inkarını, kimin münkir olduğunu bilmediğinden, devamlı ihtiyatlı bulunulması gerektiği hususunu işaret için, yüce meclise girme devletine kavuştuktan sonra, ikinci gelişimde Gavs (k.s.) bu fakirden (Halid-i Öleki (k.s.)) sordu. “Geçen sene filan kasabaya gittin mi?”
Ben “evet” dedim.
“Kime misafir oldun” buyurdu.
“Münkir olabileceğinden şüphe duymadığım birine” dedim.
“Peki sen nefsinde ne hissettin?” buyurdular.
0 beldeden döndüğümde nefsimde sebebini anlayamadığım nisbet kesikliğini anladım ve hayretle sustum.
Gavs (k.s) gülümsedi: “Nisbetinin kesilmesi ondandı. Orada iken sen zararını anladın lakin neden olduğunu anlayamadın.”

Minah-138:

Gavs (k.s.) Hz.; bir gün delilerin akıllısını, akıllıların delisi diye adlandırıp, bunların akıllarına hakim olup, akıllarının kendi tasarrufları altında bulunduğunu, diledikleri zaman akıllarını çalıştırıp, akıllarının suretinde göründüklerini, istedikleri zaman ise akıllarını bırakıp delilerin, kılığında göründüklerini işaret yolunda meclislerinde bulunan birini göstererek: “Filanca isterse deli olur. İsterse akıllı olur.” dediler.

Minah-139:

Zannediyorum, zahiri ilim tahsil eden mürid, bu maslahata kabiliyetini hissettiği zaman, şeyhin işaretiyle, zahir ilimle meşguliyetini kesip, bütün varlığıyla şeyhten alınan manevi ilim peşine düşmesi gerektiğine işaret için“Zahiri ve batını ilmin kemalatının tahsili aynı anda mümkün değildir.” buyurdu.

Mecliste bulunanlardan birisine “böyle değil midir?” diye sordu.
0 fakir de “Necmeddin Kübra (k.s.) ikisinde de kamil değil mi idi?’”dedi.
Gavs (k.s) Hz.“0 ikisinde de kamildi. ikisini de sırayla tahsil etmişti. Böylesinin benzerleri çoktur. Bunlara (zülcenaheyn) denir. Tarikat büyüklerinin çoğu hem zahiri, hem batini ilme sahip olanlardandır. Silsileler bunlarla bitip yeni isim alırlar. Gerçi, bazı ümmiler, batıni yönden bunlardan daha kuvvetli olabilirler” buyurdu.

Minah-140:

Zannederim; talebelerde süluka çıkmaya kabiliyetli olmayan ve ilme yeni başlayıp, şeriat ilminden önemli olanı tahsil etmemiş bulunan talebeleri kastederek Gavs (k.s) Hz. şöyle buyurdu: “İlim talebeleri tahsilden gevşememek için, sohbet meclisine devamlı gelmesin.”

Minah-141:

”Şeytan insana ancak hırsız şeklinde nefsin gölgesinde gelir” buyurdu.

Minah-142:

Salikin nefsi Allah (c.c.)’ın emirlerine teslim olunca ve nefsin kötü sıfatları kalkınca, salik şeytandan emin olur mu? Eğer emin olmazsa şeytan ona silahsız olarak nasıl zarar vermeye gelir.” sorularına Gavs (k.s.) şöyle cevap verdi: “Yalnız keşif ,halinde şeytandan emin olunmaz. Şeytan ona silahsız olarak gelir. Hafifçe ayağını kaldırıp ona küçük hata işletir. Bu tevbe ile gider. Salike göre şeytan denize bevleden kişi gibidir. Şeytan ancak bazen onun bedenine zarar verir.”

Minah-143:

Dönenden lezzet kesilir. Vefattan hemen evvel, tekrar istiğraka döndüğünde lezzeti daha kamil olur.

Minah-144:

Dönen, ölümden hemen önce istiğraka girdiğinde mahlukatla alakası kesilir mi? diye Gavs (k.s.)’a Hz. soruldu. Buyurdu: “Hayatta onunla ünsiyet edenlerle, alakası devam eder, diğerlerinden kesilir.”
Kamil olandan başkası onda (istigrak girenden) terbiye alamaz. Kamil olanın aldığıda gelip geçicidir. Ona mülk olmaz.,

Minah-145:

Evliyaullah (k.s.) Hz. Ali (r.a.)’dan gördükleri imdadı başka sahabelerin hiç birisinden görmediklerinden dolayı onlar keşif ve müşahedelerine göre hüküm etseydi Hz. Ali (r.a.)’yi bütün sahabelere tercih ederlerdi. Evliyaullah (k.s.) keşif ve müşahedelerini bırakıp asr-ı saadette sahabe-i kiramın ittifak ettikleri şekilde, sırasıyla Hz. Ebubekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.)’ı daha efdal kabul etmişlerdir.

Minah-146:

Kamil evliyanın himmeti yalnız kendi silsilesine tabi olana değildir. Bid’ata düşmediği müddetçe bütün silsileler onlardan manevi yardım almakta müsavidirler.

Bu silsilelerden birisi bid’ata düşünce, onlardan kendi şeyhlerinin imdadı kesildiği gibi bu kamil olanlarında imdadı kesilir. Nefisleriyle başbaşa kalırlar.

Gavs (k.s.) çok defa buyururdu: “Bid’ati yapan nefsiyle başbaşa kaldığında, eğer ki kemale ermemişse maneviyattan ve füyüzattan bir şey bulamaz.” Kemale ermiş bid’at sahibinden ise bahsetmezdi.

Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’dan naklederek buyurdu: “Nakşi silsilesi toplansa, Seyyid Abdulkadir Geylani (k.s.) gibi onlara himmet edemez.” (Seyyid Taha (k.s) neseb olarak Abdulkadir Geylani’ye (k.s.) mensubtu.)

Minah-147:

Zamanının gavsı olan Şeyh Abdülaziz Mağribi (k.s.)’nin: “Beka alemine göçen evliya kim olursa olsun bu dünyadakilere hiç bir fayda vermez. Onlardan yardım dileyenin buldukları, yardım dilenilen evliyanın işareti ile veya beka alemindeki o evliyanın hatırasına riayeten ya da yardım isteyenin evliyaullaha itikadının muhafazası için zamanın Gavsının yardımıdır.” sözü Gavs (k.s.)’a soruldu. Buyurduki: “Onun sözü kendi gördüğüne göredir. Hakikatta ise iş öyle değildir. Aksine hayattaki Gavs’ın aracılığı olmadan, bekadaki her veli müstakilen dirilere yardim ederler. Keşif yoluyla edinilen bilgide herkes gördüğünü haber verir.”

Minah-148:

Kutup olan şeyhin verdiği müride mülk olur. Kutup olmayanın verdiği ise haldir. Ancak çalışmakla mülk edinilir.

Minah-149:

Gavs (k.s.) şu beyti zannımca; sohbet anında vukuf-u kalbinin muhafazası ve şeyhi karışık duygulara bırakan, geleni işitmesine mani olan, sohbette bulunanlara zulüm olan havatıra kalbi salıvermemeyi işaret için okurdu.
[su_quote]
”Kulağına pamuk tıkayıp,
Gönlü kör olanların sözlerinden geç.”[/su_quote]

Başka bir seferinde de münkirlerin sözünün dinlenmemesi ve onlara nasihat için okudu.

Minah-150:

Seyh Alaaddin-i Semnuni’nin (k.s.): “Hadislerde isnad ne kadar yüksek olur, raviler ne kadar az olursa hadis o kadar sahih olur. Ama tarikat böyle değildir.

”Onun silsilesi ne kadar aşağıya iner ve vasıta çoğalırsa daha parlak olur.” sözü hususunda Gavs (k.s.) şöyle buyurdu: “‘Tarikatta feyiz almak, yer altındaki suyu kanalla yeryüzüne çıkarmak gibidir. Yer altındaki suyu çıkarmak için kullanılan kanallar ne kadar çoksa o nisbette su toparlanıp yeryüzüne verilir.”

Gavs (k.s.) Hz. bu işin ancak yer altında gizli duran nemden istifadeyle, suyu çıkaran kanallar için olduğunu’ belirttiler. Bir kısmı nemden, bir kısmı denizden su alan kanallar için olmadığını işaret ederek, buyurdular: “Suyu çıkaran kanallardan birisi denize yakin olur. 0 zaman bol su alır, yeryüzüne verir. Bu bol kaynağın yanında diğerleri zayıf kalır. Şeyh Abdülkadir Geylani (k.s.)’nin müridinin ondan feyiz alması nerede, bir kaç silsile alttaki halifelerin, müridlerinin onlardan feyiz almaları nerede?”

Bir fakir sordu: “Denize yaklaşmaktaki murad, Peygamber Efendimiz (a.s.)’in alem-i ervahtaki nuru mudur?”
Gavs (k.s.) Hz.; sofiye böyle soruların meclislerde sorulamayacağını söyleyip onu azarladılar. Sonra, müridin feyzi ancak şeyhinden alacağına inanması gerektiğini, şeyhe kendisinden yüksek olan biri yardım etse velevki bu yardım, mürid için dahi olsa, ona bakmamak, mürid üzerine vacib olduğunu işaret için şöyle buyurdular: “Susuz olanlar suyu en zor kanaldan alıp, menfaati ondan görürler. Başka yoldan menfaat görmenin yolları kapalıdır.