TÜRBE ZİYARETİNDE HURAFELER
Türbe Ziyaretlerinde Hurafeler
Sözlükte "bunamak" anlamına gelen haref kökünden türemiş bir isim olan hurafe kelimesi, "akla ve gerçeğe aykırı düşen aldatıcı söz" demektir. Masal, efsane ve genel olarak gerçek dışı kabul edildiği halde hoşa giden nakil ve rivayetlere hurafe denilmiştir. Bununla birlikte mantıkî tabanı olmayan, din adına ileri sürülüp benimsenen batıl inanç ve davranışları da ifade etmektedir.
Hurafe kelimesi Kur'an'da yer almamakla birlikte, onunla anlam yakınlığı bulunan üsturenin (uydurulmuş söz) çoğulu esâtîr dokuz ayette geçmektedir. Ayrıca ihtilak (yalan uydurmak) (Sâd, 7) ve tekavvül ile (uydurulmuş söz) (Tur, 33; Hakka, 44); huluku'l evvelin (önceki milletlerin geleneği) (Şu- ara, 137) terkibi de hurafeye yakın manalar taşımaktadır. Bu tabirler, Kur'an-ı Kerim'e Hz. Muhammed'in (S.A.V) uydurduğu bir kitap nazarıyla bakan müşrikler tarafından ileri sürülmüş, Kur'an ise bu iddiaları reddetmiştir.
Din dışı alanları da kapsamakla birlikte, dinî konularda daha yaygın olan hurafe hemen hemen bütün dinlerde mevcuttur. Hurafelerin, genellikle otantik dinî metinlerin zamanla yok olması ve geçmiş kavimlere ait batıl inançların yeni dine taşınması yoluyla oluştuğu kabul edilir.
Bunların kaynağını ve ortaya çıkış sebeplerini genel olarak şu noktalarda toplamak mümkündür:
1- Önceki dinlere ait kültlerden bazı unsurların İslâm dinine taşınması. İslâmiyet'i kabul eden çeşitli din mensuplarının eski dinlerine ait bazı telâkkileri korumaya devam ettikleri ve bunları diğer Müslümanlara da aktardıkları bilinmektedir. Cahiliye devri Arapları uğura, uğursuzluğa ve cinlerle ilgili pek çok hurafelere de inanıyorlardı. Önceden Budizm, Maniheizm, Şamanizm ve Zerdüştlük gibi dinlere mensup din adamları, Cahiliye devri Arap kültürüne ait bazı hurafelerin cahil halk tabakası arasında yayılmış olmasından da cesaret alarak, mesleklerini yeni dinlerinde de devam ettirmek istemişlerdir. Şamanizm'den intikal eden su kültü, Yahudilik'ten geçen tılsımlar, Hıristiyanlık'tan kalan türbeleri kutsallaştırma hurafeleri, bu konudaki örnekleri teşkil eder.
2- Cehalet: Daha çok bilgisizliğe bağlı olduğu kabul edilen hurafelere inanılması hususu, İslam’ı ana kaynaklarından öğrenip halkı aydınlatacak yeterli sayıda âlimin yetişmemesiyle orantılı olarak, Müslüman halk arasında yaygınlaşmıştır.
3. Mevzu hadisler: İslâm'ın ikinci ana kaynağını oluşturan hadislerin Resûl-i Ekrem (s.a.s.)'in hayatında yazılı metin hâline geti- rilmeyip bu işe II.(VIII) yüzyıldan itibaren başlanması, çeşitli konularda hadis uydurulmasına veya pek çok israiliyat'ın İslâmî kaynaklara girmesine fırsat vermiş ve bu yolla bazı hurafelerin İslâm'a sokulması mümkün olmuştur.
Günümüzde halkımız arasında hurafe olarak nitelendirilebilecek inanç ve âdetlerin çok değişik şekillerini, birçok köy ve kentimizde yaygın olarak görmemiz mümkündür. Bunlar arasında türbe ve yatırlar ile evliya kabristanlarının bulunduğu yerlerde ortaya konulan hurafeler de önemli bir yer tutmaktadır.
Özellikle ramazan ayı ve kandiller gibi bazı özel dinî gün ve geceler ile tatil mevsimlerinde yoğunlaşan türbe ziyaretleri, eğer usulüne uygun yapılırsa dinî bakımdan menduptur. Ancak usulüne uygun ziyaret yapılmaması hâlinde, ziyaretçinin sevap kazanayım derken günaha girmesi söz konusu olabilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) cahiliye devrinden kalma bazı hurafe anlayışları sebebiyle, İslâm'ın ilk dönemlerinde Müslümanlara kabir ziyaretini yasaklamıştı. Müslümanların dinî inanç ve davranışlarının iyice olgunlaşmasından sonra bu yasağı kaldırmış ve şöyle buyurmuştur: "Kabirleri ziyaret ediniz, bu size ahireti hatırlatır." (Ibn Mâce, Sünen, Cenâiz, 47) Bir başka hadislerinde de: "Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz." (Müslim, Cenâiz, 106; Ebû Dâvud, Cenâiz, 77) buyurmuştur.
Kadın olsun erkek olsun, bütün Müslümanlar bu tür ziyaretlerde bulunabilirler. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten menetmemiştir. (Buhârî, Cenâiz, 7, Ahkâm, II; Müslim, Cenâiz, 15) Diğer yandan Hz. Âişe'nin, kardeşi Abdurrahman'ın kabrini ziyaret ettiği kaynaklarda yer almaktadır. (Tirmizi, Cenâiz, 61)
Türbe, yatır ve evliya kabristanlarını ziyaret eden kişi, ahireti hatırlamalı, dünyanın geçici olduğunu ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünmelidir. Orada yatanlar için dua etmesi ve Kur'an okuyarak sevabını onların ruhlarına bağışlaması uygun olur. Kabir ve türbe ziyaretlerinde İslâm'ın özüne ve tevhit anlayışına ters düşen, itikâdî bakımdan da zararlı olan tutum ve davranışlardan uzak durmak gerekir. Bu bakımdan türbelerde yatan bir veliyi, bir din büyüğünü ziyaret ederken, "Allah bu sevgili kullarına bazı yetkiler, imkânlar, özellikler bah- şetmiştir, bizler günahkâr olduğumuz için doğrudan Allah'tan istemeye yüzümüz yok, belki bunlar sayesinde Allah dileklerimizi kabul eder," şeklinde düşünmek ve zamanla bazı istekleri yerine gelmesi hâlinde bunu o zatlardan bilmek İslâmî açıdan son derece yanlış bir tutum ve davranış olur.
Bunun için dinimiz, kabir ziyaretleriyle ilgili bazı ölçüler koymuştur. Buna göre kabir ziyaretinde şunlardan sakınılması gerekmektedir:
1 - Türbelerde yatan kişileri beşer üstü varlıklar olarak görmek, bu kişileri; "Bunlar Allah'ın sevgili kullarıdır, bunların Allah'a sözü geçer, Allah bu zatları geri çevirmez" vs. diyerek Allah ile kendi arasında aracı kılmak.
2- Bu ziyaretleri dinî bir vecibe gibi telâkki etmek.
3- Çaput ve bez bağlamak, mum yakmak.
4- Türbelere ve orada yatanlara adak adamak.
5- Orada yatanlar adına kurban kesmek.
6- Şeker vb. yiyecek maddeleri dağıtarak onlardan yardım dilemek.
7- Kabrin başında yüksek sesle ağlayıp gürültü yapmak.
8- Kabrin etrafındaki demir ve taşları öpmek, onlara sarılıp ağlamak.
9- Türbe veya kabir etrafını tavaf etmek.
10- Türbe veya kabrin duvarlarına ev, araba vb. şeylerin resimlerini çizerek bunlara sahip olmayı dilemek.
11- Türbelerde yatmak ve bu vesile ile çeşitli maddî veya manevî hastalıklara şifa beklemek.
12- Türbe ve kabirlerin etrafında çeşitli çalgı aletleri ile eğlenceler düzenlemek.
13- Türbelere eğilerek ve emekleyerek girmek.
Bu gibi söz ve davranışlar, Müslüman'a yakışan davranışlar değildir. Ölen kişilerden medet ummak ve onlardan bir şeyler beklemek insanı şirke düşürebilir. Şirk ise Allah'ın bağışlamayacağını bildirdiği tek günahtır. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar; Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır." (Nisa, 116)
İnsanlar öteden beri en çok dua ve ibadet konusunda yanılmışlar, büyük gördükleri kişilerin ve ölülerin ruhaniyetine sığınarak, onlardan çeşitli konularda yardım talebinde bulunmuşlardır. Kur'an- ı Kerim dikkatle incelenirse, bütün peygamberlerin bu konuda insanları uyardıkları görülür. Kıldığımız namazların bütün rekatlarında Fatiha suresini okumamız ve "Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz." (Fatiha, 5) ayetini tekrarlamamız, Allah'tan başkasından yardım istenmeyeceği hususunu zihinlerimizde canlı tutmak içindir. Havaya, suya ve gıdaya olan ihtiyacımız nasıl maddî hayatımızın canlı tutulması için gerekli ise, Allah'tan başkasına ibadet edilmeyeceği, ondan başkasından yardım istenemeyeceği konusunun hava gibi, su gibi, gıda gibi devamlı tekrarlanması, manevî hayatımızın canlı tutulması için gereklidir.
Bazen ziyaret ettiğimiz türbe ve evliya kabristanlarında, bazen de basın yayın organlarında müşahede ettiğimiz Müslümanlığın özüne uygun düşmeyen birtakım hurafe anlayış ve davranışlar, bazı Müslümanların hurafeler konusunda yeterli bilinç ve bilgiye sahip olmadığını göstermektedir. Bir türbede belli bir süre kalmak suretiyle iyileşeceğini ümit edenler... Kızını veya oğlunu evlendirebilmek için bu türbelere mum yakanlar, bez ve çaput bağlayanlar... Ev ve araba sahibi olabilmek için türbelerin duvarlarına bunların resimlerini yapanlar... Erkek çocuk sahibi olabilmek için türbeye erkek çocuk çamaşırı bırakanlar... vb. isteklerde bulunanlar, farkında olmadan ne kadar gülünç duruma düşmektedirler. Bu davranışları sergileyenler bizim insanlarımızda, kardeşlerimizdir. Ancak bu gibi davranışların Islâm'ın özüne uygun olmadığını bilmemektedirler. Üzülerek ifade edelim ki, insanların bu zaafını bilen bazı kişiler, onların duygu, düşünce ve inancını istismar ederek, onları yanlış yollara sevk etmekte ve menfaat sağlamaktadırlar. Olur olmaz yerlere türbe ve kabirler yapıp, insanların buralara gelmesi için çeşitli yalanlar uydurmaktadırlar. Türbelerde yatanların şu hastalığa şifa verdiğini veya orayı ziyaret edenlerin çeşitli arzularına kavuştuğunu söyleyerek menfaat temin etmek ve insanları yanlış bilgilendirmek son derece yanlıştır. Bu insanlar büyük bir vebalin altına girmektedirler. Saf inanca sahip olan insanların inançlarını bozmak kadar büyük bir vebal olabilir mi?
O halde Müslüman bir kişinin, böylesi iman ve iz'ana uygun düşmeyen hurafelere teslim olması hiçbir şekilde tasvip edilemez. Kur'an'ın kazanç elde etmek için emeği ve gayreti önceleyerek, "İnsan için ancak çalıştığı vardır."(Necm, 39) ayeti ile insanları çalışmaya ve bu yolla kazanç elde etmeye, ev bark sahibi olmaya teşvik eden ifadeleri ve Yüce Peygamberimiz (s.a.s.)'in de hastalıktan kurtulmak için; "Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz.! Zira Allah, ihtiyarlıktan başka dermansız bir hastalık vermemiştir." (Ebû Davud, 4/3, 7) buyurarak tıbbî çarelere baş vurmaya çağıran ifadeleri apaçık ortada iken bazı Müslümanların türbelere gidip orada yatanlardan ev bark sahibi olmayı istemeleri, hastalıklarına şifa beklemeleri izah edilecek bir durum değildir. Meşru arzulara ulaşmak için muskaya, tılsıma veya türbelere gitmeye gerek yoktur. Bunlara ulaşmanın yolu çalışmak, gayret etmek ve sebeplere yapışmaktır. Hastalığa şifa bulmanın yolu her türlü tıbbî tedavi yöntemine başvurmaktır. Bunları yaptıktan sonra Yüce Allah'a dua ederek sıhhat, afiyet ve helâl rızık dilemektir. Kur'an-ı Kerim'de üzerinde önemle durulan "sünnetullah" kavramı, isteklere kavuşmanın ancak bu şekilde davranmak suretiyle mümkün olabileceğini ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak şu tespiti yapabiliriz: Bu tür hurafelere rağbeti önlemek için herşeyden evvel dinin, temel kaynaklarından ve ehil kimselerden öğrenilmesi gerekmektedir. Başta Başkanlığımız olmak üzere, eğitim kurumlarına, basın ve yayın organlarına da bu hususta büyük görevler düşmektedir. Aksi takdirde bu alandaki boşluk, ehil olmayan bilgisiz kişiler tarafından doldurulacak ve hurafeler daha da yaygınlaşacaktır. Hurafelerin yaygın olduğu toplumları ise, sağlıklı ve mutlu toplumlar olarak nitelemek mümkün değildir.