Minah (181-210)



Minah-181:

Velayet makamı üzerinde tahakkuk eden, ne yaparsa yapsın inkar edilmemesi gerekir. Gerçekte onlardan münker şekilde sadır olan, marufa döneceği, fakat imtihan dünyasında umumun imtihanı için bazen (iyiliğe) dönüşün gizli olduğunu işaret etti.Gavs (k.s.) gizli olan (münkerin marufa) dönüşünün külli şekillerden bir kısmının başka şekillere (yönelecek halde), tereddütlü olan zihinleri yaklaştırmak ve hatta hiç bir sebep olmadan mutlak tasdiki taleb etmek için tenbih etti. Bu şekilleri açıklarken, öyle hayret verici bir şekilde açıkladı ki, zannederim ondan evvel hiç kimse, böyle toplu olarak açıklamamamıştır. Gavs (k.s.); ucuba (ameline güvenme) sebep olan, huzuru kaçıran ,çeşit çeşit kötülükleri celbeden, şöhret afetinin def’i için o münkerin sadır olmasının o şekillerden olduğunu ima etti. Bu şekilleri açıklarken zikretti ki; “evliyanin bir kısmı “Kalenderiye” diye adlandırılırlar. Bunlar sakal, bıyık ve kaşlarını kendilerini gizlemek için keserler. Hatta velilerden birisi bir toplum içinde üzerine sıçratacak şekilde ağaca bevl etmiştir. Sekr halinde bulunmak da o şekillerdendir. Nasıl ki, içkiden olan sarhoşluk bazı hükümleri değiştirir[33] de. manevi sarhoşluğun değiştirmemesi imkansızdır. İbrahim-i Meczub ile Aliy-i Şirazi (k.s.) kıssaları meşhurdur. Aliy-i Şirazi (k.s.) iki dilenciden ekmek kırıklarıyla dolu iki dağarcık gaspedip, içlerindekini yediği hususu vardır. Veliler bir münkeri yaparken, (ruhani) misal alemine bakıp şehadet (dünya) alemine karşı gözleri kapalı olması bu şekillerdendir. Onlar insanları, bulunduğu andaki çirkin ve fazla bulunan kötü sıfatın sureti üzerinde görürler. Bazen orada (misal aleminde), kadın şekilleri üzerinde görürler ve hayvanlardan diğer bir şeklin nev’inde görürler. 0 suretlerin icabına göre onlara muamele ederler. Veliye bir kadın vardı, halk arasında yüzü ve başı açık gezerdi. Kamil bir insan görünce hemen örtünüp “bu erkektir” derdi. Hallac-ı Mansur’un oğlu Hüseyin ve kızını ilgilendiren kıssa meşhurdur: Hallac’ın kızının yüzünün yarısını örtüp yarısını açmasının sebebi sorulduğu zaman derdi ki: “Ben yarım erkek görüyorum o da benim kardeşimdir.”
O şekillerden birisi de, şerrin en büyüğünü, şerrin en hafifiyle def’etmektir. Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Şibli (k.s.)’nin oğlu, vefat edince o da sakalını traş etti. Sebebi ondan sorulunca, dedi ki; Cenab-ı Hak kime hayır dua etsem geri çevirmeyeceğine bana söz vermiştir. Halk benim taziyeme gelir diye korktum. Eğer hepsine dua etsem hakkında şakilik (mutlak olarak) yazılmış olan üzerinde kadere karşı çıkacaktım, yok eğer aralarında ayırım yapsaydım veya hepsini duasız bıraksaydım, onların kalbi kırılacaktı, veya benim aleyhimde konuşmak ve benzeri fesatlara sebep olacaktı. Bu da o şekillerdendir; o münkerin üzerine bağlı olan büyük bir maslahatın celbi için yaptıkları şeyleri anlatmak için Gavs (k.s.) şu kıssayı nakletti; “bir şeyhe ramazanda misafir geldi. Şeyh, sonradan onun kendisine uyacağı umuduyla, ona uyarak orucunu açıp, onunla yemek yedi. Müridler bundan nefret ederek dışarı çıktılar. Yemekten sonra şeyh, belindeki tesbihi keserek “yemek yemekte benim sana muvafakat ettiğim gibi, sen de belindeki papaz kuşağını (Zünnar) kesmekle bana uy” dedi. Misafir itiraf ederek müslüman oldu. Sonra şeyh müridlere dedi ki; “eğer ben ona refakat etmeseydim, o da bana uymazdı.” Bu kıssadan sonra Gavs (k.s.) buyurdu ki; “İrfan sahibinden şer gelmez. Evlîyalar, günahtan masum olmadıkları halde, günahlar onlara zarar vermekten ahfuzdurlar, şayet günah işlemiş olsalar da onunla doğruluktan sapıklığa meyl etmezler.”

Minah-182:

Sanırım ki, Gavs (k.s.), şeyhin bildiği yolların en açığını müride gösterilmesi gerektiğine işaret ederek, ölümden sonra terakkinin vaki olduğunu ima yolunda şöyle buyurdu: “Eğer Şeyh Abdülhalik Gucdevani (k.s.) Şah-ı Nakşibend (k.s.) Hazretlerinin kendi ruhaniyetinden almış olduğuna, bu nakşi tarikatında sağ iken vakıf olsaydı, hayatında ifşa edip, müridleri onunla terbiye ederdi.

Minah-183:

Bir tarikatın kamil halifeleri, ancak, o tarikatı arttırmakla emrolundukları zaman, tamamlayıcı ilaveler yapabilirler. Bu ilaveler hususunda, halifelerin yedi sefere kadar istihare etmeleri lazımdır.

Minah-184:

Sanırım, Gavs (k.s.) sonraki meşayihin arasında maruf olan teveccühün tarikatta bid’at olduğu, eski meşayih zamanında olmadığı, yolunda halkın kalbindeki şüpheyi gidermek için işaret etti. Bununla, önceki şeyhler zamanında bilinen teveccühün hakikatini değiştirmeyecek şekilde tasarrufun zarar vermediğini, adların değişmesine itibar olmadığım remzederek Gavs (k.s.) buyurdu ki; “Teveccüh eskiler arasında maruf olan iltifat nazarının bir çeşididir. Daha önceki şeyhler bu nazarı teker teker karşılarına alarak yaparlardı. Bunun için bir cemaat toplamazlardı. Bu gün yapılan teveccühü umumi bir nazar olarak kabul etmek gerekir.”
Bu mübarek sözlerden sonra, sanırım Gavs (k.s.), şimdiki teveccüh şeklinin ortaya çıkmasının teveccühün hakikatını değiştirmeyeceğini belirtti. Bu şekilde teveccüh yapmanın kendine emrolunduğuna işaret ederek. “Bu şekilde teveccüh yaptırmam için kuvvetli bir şekilde emrolundum” sözüyle Sadat-ı Kiramın buna, çok ihtimam gösterdiğini ifade ettiler. Teveccüh üzerine sohbetlerine devam ederek buyudular ki; “Teveccüh müridin zulmetinin, şeyhin akıttığı nur sebebiyle boşaltılmasıdır. Çoğu zaman mürid kendisinde vuku bulan hali hissetmez. Avam hakkında teveccüh sohbetten daha faydalıdır, onların hayatın teveccühle def edilir. Hatta bizim meşrebimize uyan havvas içinde teveccüh daha iyidir. Eskiden Maruf olan havvas içinde teveccüh daha iyidir. Eskiden maruf olan nazar hakkında sadatın söyledikleri teveccüh içinde aynıdır. İkiside birdir.”

Minah-185:

Şah-ı Nakşibend (k.s.):
“Masivaya bağlanmak bu yolun yolcuları için büyük bir hicabdır.” buyurmuştur. Allah (c.c.)’den başkasına kalbi bağlamak salihi Hakka ulaşmaktan alıkoyan büyük bir perdedir. Gavs (k.s.) lafzını okumayıp kelimesini kelimesine izafe ederdi ki o zaman manası şöyle olur:
Bu yolun yolcusundan başkasına kalbi bağlamak büyük hicab olur. Gavs (k.s.) bu beyitte irşad makamına işaret olduğunu, mürşidin ise salikin terbiye ve talimiyle meşgul olması gerektiğinden dolay, mürşidin salike bağlılığının hicab olmadığım buyururdu.

Minah-186:

Abdullah Dehlevi (k.s) bazı müridleri medh-ü sena ile karşılardı. Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.) onun yanına her girişinde “Nur kubbesi geldi.” diye taltif ederdi. Şeyhim Seyyid Taha (k.s.) müridleri böyle karşılamaz, bilakis dilediği kişiyi, gıyabında yüce haliyle anlatırdı. Gavs (k.s.)’de açık övgüde şeyhine tabi idi. Fakat bazılarını da işaretle medhederdi.

Minah-187:

Gavs (k.s.) çoğu zaman yüce meclislerinde, kendi devirlerinde yaşayan, veyahut önceden yaşamış olan ve velayetleri hakkında ihtilaf edilmiş veya kapalı kalmış kişilerin kemalat ve faziletlerini müridanına anlatırlardı. Biz (Halid-i Öleki (k.s.)) zannediyoruz ki; Gavs (k.s.) bu haliyle, halka hem şetkatini gösteriyor, hem de velilikleri ihtilaf mevzuu veya kapalı kalsa da, böyle zatların aleyhinde konuşmaktan men ediyordu. Hatta müridlerinden birinin Şeyh Memduh-u Tillovi (k.s.) hakkında ihlası zayıf idi. Gavs (k.s.) bu müridinin de hazır olduğu bir mecliste, şeyhin kemalatından ve velayetinden kıssalar zikretti. Bu kıssaları müridin ihlası şeyh hakkında tam oluncaya kadar devam etti.

Minah-188:

Hayırlı bir işte dahi olsa, müridin, şeyhine muhalefet etmekten kaçınmasının lazım olduğunu belirten Gavs (k.s.), şeyhi Seyyid Taha (k.s)’nin “Ben şeyhim olan Mevlana Halid’e (k.s.) hiçbir şeyde muhalefet etmedim, yalnız müridler yanında olduğu müddetçe devamlı yemek vermekle şeyhime muhalafet ettim. Çünkü şeyhim, üç günlük misafir müddetince yemek verirdi (Şeyhin adeti olduğundan dolay). Ben bu muhalefetten gerçekten korkuyorum.”.dediğini naklederdi.

Minah-189:

Sanırım ki Gavs (k.s.), müride, şeyhinin emirinin bir seferlik veya bir müddetlik olduğuna kanaat etmeyip, mümkün olduğu müddetçe emrin devamlılığına yorumlamasına işaret ederek buyurdu ki; “İki şeyden başka şeyhinin emrine muhalefet etmedim. Bunlardan birisi; şalvar giymemi emretmesine rağmen, buna devam etmedim.”

Minah-190:

Müridin, şeyhine islami hüküm ve günlük işlerinde ne kadar mütabaatı fazla ise o kadar fazla tesir gördüğünü dile getirmek için, Gavs (k.s.), Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’den naklederek: “Bu tarikatın te’siri hanefilerde daha çabuktur” der ve “Bu tarikatin meşayihi şeyhim Mevlana Halid (k.s.)’e gelene kadar Hanefi mezhebinde idiler”diye delil gösterirdi.

Minah-191:

Son devir meşayihinin tarikat hakkında eskiler gibi konuşmadıklarmı belirten Gavs (k.s.) bunun sebebini şöyle açıklardı. Her san’atın kurucusu ve ondan sonrakiler, ancak (sanat hakkında) eksik tamamlanıncaya kadar konuşurlar, tamam olunca da artık fikir beyan etmeğe lüzüm görmezlerdi. Sanatın tamam oluşu onun eksiğinin olmayıp, sağlamlığına delil olduğunu belirterek, buyurdu ki: –”Sadatlar hepsini konuştu, tarikattan konuşacak hiçbir eksik bırakmadılar.”

Minah-192:

Her amelin hususi bir eseri vardır. Amel, eser vasıtasıyla simada zahir olur. Ariflerin kamilleri insanların simasından amellerini tanır. Cemaat arasında olsa dahi, şeyh müride bir şey sorduğunda, riyadan korkmayıp, doğru söylemesi vaciptir. Yalan konuşulduğu zaman, şeyh, müride “sen yalan söylüyorsun” diyebilir. Gavs (k.s.)’ın huzurunda yukarıda anlatılan hususları taşıyan bir olay meydana geldi. Meşru bir sebepden dolayı, birkaç sene ziyarete gelemeyen bir müride sordu: “Sen burada bulunmadığın müddetçe rabıtan nasıldı?” Mürid cevaben:“Ben rabıta yapmıyordum” dedi. Gavs (k.s.) “yalan söylüyorsun, çünkü gerçekte senin siman rabıta simasıdır? buyurdu.

Minah-193:

Allah (c.c.) şeyhe (müride tasarruf etmesi için) bazı kemalat verir. Böylece mürid, şeyhin terakkisine sebep olur.Yakub-u Çerhi (k.s.) menkıbelerinde, “Şah-ı Nakşibend’in (k.s.) müridi Ubeydullah-ı Ahrar (k.s.) şeyhi” denmesinin sebebi odur. Eğer Yakub-u Çerhi’nin (k.s.)Hace Ubeydullah’a (k.s) Şeyhliği, bazı kemalatını artırmasaydı, menkıbede Hace’nin zikrine sebeb kalmazdı. Bir fakir sordu: “Müride tasarruf etmesi için verilen bu kemalat geçici ve ödünç bir şey mi, yoksa şeyhin mülkümü olur? Cevaben buyurdu: “Şeyhe mülk olur.”

Minah-194:

Seyyid Taha (k.s.)’nin bir müridi ona, beşeri (mecazi) aşkından şikayet etti, bunun üzerine şeyhim ona şunu tavsiye etti: “Şeyhini hayalen göğsünde bil. Bu şekilde rabıta mecazi aşkı siler.”

Minah-195:

Salik bazen, yalnız beşeri aşk ile Allah’a (c.c.) ulaşır. Aşk-ı mecazi kendisine müptela olan kişi tutulduğu aşkın etkisiyle, yanarak, dünya muhabbetini terk eder. Artık, dünya muhabbeti, bir daha ona dönmez.

Minah-196:

Gavs (k.s.) bir gün bazı büyüklerden naklederek “gerçekte mecaz, hakikatin köprüsüdür” buyurdu. Bir fakir“köprünün iktiza ettiği gibi onda durmayıp, üzerinden geçmekle emrettiler” dedi.
Gavs (k.s.); “evet, lakin onlar, kendilerinden istifade edilmesinde müsavi değildirler” diye söyledi. Halid-i Öleki (k.s.) diyor ki, “bu minhayı ben hakkıyla anlamadım.”

Minah-197:

Seyyid Kasım-i Tebrizi (k.s) bu silsilenin şeyhlerinden değildir, ama Hace Ahrar (k.s.) ve ,ondan sonraki nakşi silsilesine sevapta ortaktır.

Minah-198:

Seyyid Taha (k.s.)’nın halifelerinden birisi, müridlere “zikrinizi rabıtaya tesilim ediniz” derdi. Ama Gavs (k.s.)mümkünse ”rabıta ile zikri beraber yapınız” derdi, yani vird anında devamlı rabıtalı olunuz.[34]

Minah-199:

İrşad izni verilmeyen, istiğrak halinde yaşayan sofilerin bir çoğu, dönmüş ve irşad izni verilmiş sofilerden daha kamildir.

Minah-200:

Hilafet vermenin üç mertebesi vardır. Birincisi, en yüksek dereceli kabul edilen işaretle verilen hilafettir. İkincisi sözle verilen hilafet, bu orta olanıdır. Üçüncüsü yazıyla verilen hilafettir. Bu halifelik vermenin en alt dercesidir.

[31 Necm suresi, 34. ayet]
[32 Kalem suresi, 10. ayet]
[33 İçki olduğunu bilmeden, veya başkası tarafindan zorlanarak, içki içip sarhoş olan kişi Şafii ve hanefi mezheplerine göre mükellef değildir. Bak. Mugnul-muhtac 3/279 Beyrut baskisi 1352 Hicri ibn-i Abidin Durrül Muhtar 2/423 Mısır baskısı 1323 Hicri]

Minah-201:

Manevi boğazı geniş olan kişinin boğazında hem füyuzat almak için, hemde müridlere vermek için delik vardır. Füyuzat onun boğazını tıkayamaz, yani gelen feyizden dolayı manevi sarhoşluğa düşmez. Boğazı dar olan az bir feyizle tıkanır, sekir’e düşer, başkalarına da veremez.

Minah-202:

Gavs (k.s.) hz. leri işaret ettiği, hiç bir amel cezbenin dercesine ulaşmaz. Allah (c.c)’a yaklaşma ve kemalat kazanma bakımından hiç bir amel cezbenin yerini tutamaz. Açık naslar ve bazı evliyanın keşfi, gibi deliller bu gerçeği ifade eder. Bazı amel sahiblerinin derece olarak cezbe ehline yaklaşmaları, derece bakımından onlarla yarışmaları o kimselerin amellerindeki cezbeden dolayıdır. Sözlerinin devamında Gavs (k.s.), şehid olan bir gazi hakkında şöyle buyurdu: “Ben, misal aleminde onun kamil bir veli gibi şan sahibi olduğunu gördüm.” Şeyhim Seyyid Taha (k.s.) buyurdu ki: “Büyük bir velinin yanına avamdan bir şehid defnedildi, ben gördüm ki o şehid, o veliden aşağı değildi.” Gavs (k.s.) buyurdu: “Savaşta şehid olunsada, olunmasada, savaşta cezbe vardır, savaş cezbeyi gerektirir.”

Minah-203:

Gavs (k.s.)’dan mecazi aşkın nakşi taifesinde nadiren olmasının hikmeti soruldu: –”Bu nakşi taifesini, başlangıçta kaplayan cezbe, masivayı terk ettirip onları Allah’dan başka bir şeyle ilgilendirmez.” buyurdu.

Minah-204:

Gavs (k.s.), bir gün yüce mecliste şunları söyledi: “Başlangıçta, nafile ibadetlerle meşguliyet, cezbeye engel olur ve müridin hızını keser.”

Minah-205:

Gavs (k.s.), buyurdu ki: “Nakıs olsun kamil olsun her şeyh, müridin kabiliyet tarlasına bir tohum eker. Daha önce nakıs bir tohum ekilmişse, kamil olan onu kurutmayınca, üzerine başka bir tohum ekmez.”

Minah-206:

Ömrün harcandığı yerin en değerlisi, kamillerin sohbeti olduğunu, bu sohbetlerde sarfedilmeyen hayatın hiç yaşanmamış gibi olduğunu beyan eden Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Sohbette, şeyhim Muhyiddin-üs Sahrani (k.s.)’den işittim ki: –”Nefesleri tutmak ömrü uzatır. Ömür, nefeslerle zabt ve tayin edilir.” Ben bu sözü, sohbet şeyhimden işittikten sonra, nefesimi tutardım. Muhyiddin-üs Sahrani (k.s) dedi ki: “Ömürden gaye ancak sohbettir. Nefesi tutmak ise sohbetin kemalini meneder.” Gavs (k.s.) bir fakire sordu; muteber olan öncekilerin Muhyuddin-üs Sahrani (k.s.)’in sözü gibi bir söz söylediğine vakıf oldun mu? Fakir cevaben dedi: “Evet ben Ruhü’l Beyan tefsirinde bazı muhakkiklerde bu söz gibisini gördüm, yalnız ben buna itimad etmeyerek, belki ömürlerin nefeslerle kayıt olduğu gibi, aynen saatle, günlerle ve zamanın diğer cüzleriyle de kayıtlı oluduğuna itikad ederdim. Gerçi yalnız nefesleriyle kayıtlı olması, ömrün artıp eksilmesi hakkındaki meşhur müşkülü halletmek için bu yoldan gidilmiştir. Sanırım Gavs (k.s.) adı geçen şeyhi gibi, birinci söze meylederek dedi ki: “Ölüm halindeki kişinin hızlı nefes alıp vermesi bunu takviye ediyor.”

Minah-207:

Gerçekte arkadaşlık, arkadaşlık yapanın o renge razı olmasa da, kaçsa da, yine arkadaşlık yapanın rengine boyar. Bu rengin arkadaşlık yapanın kendisinde veya ona tabi olanlarda, istemeseler bile meydana geleceğini işaret eden Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Bu yüce taifenin bazı yeni girenlerinde görülen zikr-i minşari (testere zikri adı verilen bu zikir, testerenin ağaç keserken çıkardığı ses gibi boğazda ses çıkarır) onlara Şah-ı Nakşibend’in (k.s.)bu zikri yapan Türk meşayihiyle olan arkadaşlığından gelmiştir.”

Minah-208:

Yüksek mecliste zikr-i minşari’nin, şeyhin talimi veya müridin ihtiyarıyla mı, yoksa cezbe ve bir zaruretle mi olduğu mevzu edildi. Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Türk meşayihi, onu telkin ve isteyerek yapardı. Hatta onların tarikatında bu vardı.” Nakşi tarikatında, bazı yeni başlayanlar, içten bir zorlama ve zaruretle yapıyorlar. Şeyh onlara, bunu mecburen yapmaları için tasarrufta bulunmada serbesttir.”

Minah-209:

Mübtedinin sayhası (narası), gafletten huzura kavuştuğu zaman neşet eder. Eğer gaflet veya huzur devam ederse bu ses çıkmaz orta derecedekilerin sayhası gelen feyzin, göğüslerine sığmamasından dolayı olur. Gavs (k.s.), bazı kişilerin sayhalarının bazen şeyhinin tasarrufatından olduğunu işaret ederek buyurdu ki: “Bazı meşayihin müridlerinde büyük naralar olurdu. Mübtedinin sayhası ve huzuruna en güzel örnek, yaş bir odunu ateşe atınca, ondan ses çıkar, odun kuruyunca ses kesilir.”

Minah-210:

Gülme, ağlama ve nara gibi hallerin sahipleri, meczub olmadıkları halde, meczub diye adlandırılmaları, ancak gafletten huzura geçtikleri zaman, cezbenin bir çeşidi onlarda bulunduğu içindir