Atiyeler
Atiye -1 :
Bu şerefli minhaları, bunlarla ve nefesiyle bereketlenmek gayesiyle şeyhim olan babama (ks) okuyunca şöyle buyurdu:
“Birinci minhadan gaye, her ümmetin, peygamberinin soyunu ve bir mezhebe bağlı olanın, imamının soyunu bilmesi icap ettiği gibi, imkân dahilinde her müridin de, şeyhinin nesebini bilmesinin lüzumlu olduğudur.
Bunun iki sebebi vardır. Birincisi; şeyhinin nesebi olduğundan, hususen onda salih kişiler varsa, onunla müşerref olmak ve bereketlenmektir. İkincisi; şeyhin nesebini bilmek kemaldir.
Hem de nasıl bir kemal!..Çünkü sevenin, sevdiğini mümkün mertebe, her cihetten bilmesi aşkı arttırır.”
Atiye -2 :
İkinci minhada, taylasan giymenin gayesini şöyle açıklardı: “O meşguliyetin çok olması ve kalbin alakasının azalması için şeyhin hayalinden başka şeylere az bakmaktır. Çünkü gerçekte, gözün dönmesiyle kalb de döner.”
Atiye -3 :
Gavs (ks) üçüncü minhadaki kesin hükmünü şöyle tevcih ederdi. Kaf’ın kesre okunmasıyla (……) hudusun (sonradan olma) zıddı olur. Ona bakmak ise nakşilerin, müridlerine son talimatı olan murakabedir.
Atiye -4 :
Dördüncü minhadaki Gavs-ı Hizani (k.s)‘nin “Şeyhin makamı büyüdükçe müridlerin hatası onun gözündeküçülür.” sözünü iki şekilde anlatırdı.
Biri: Şeyh ne kadar büyük olursa, Allah (c.c)‘ın rahmetine, o kadar fazla erişir. Kalbinde şefkat artar. Müridin günahını küçük görür.
İkincisi: Şeyh ne kadar yükselir ve büyürse o kadar rahmani ahlakı artar.
Beşer huyları azalır. Rabbin ululuğu, yanında çoğalır. Kulluğu mahv ve fenâ ile kuvvetlenir. Kendi nefsini bütün halktan, hatta müridlerden daha küçük ve günahkar görür.
Onların suçlarını, kendi suçu yanında küçük görür. Rabbi Celle ve Ala ona şefkat eylesin diye onlara şefkat eder. Nasıl ki hadisi kudside:
“Yerdekine rahmeyle ki Rabbin de sana rahmet etsin.” buyuruyor.
(Ebu Davut, Tirmizi)
Atiye -5 :
“Beşinci minha” dan gaye şudur, dedi. Siyah bacaktan murat, varlığı gidermek için devamlı kusur ve ayıbına, nefsi emmarenin kötülüğüne bakmaktır.
Kanat ve renklerin güzelliğinden murat, insanda yaratılan kemalat ve zahiren oluşan hayırlı amelleri görmemek ve vücudun yok olmasına gücü yettiğince çalışmaktır.
Çünkü bunlar, Allah (c.c)‘ın ihsan ve nimetidir. Eğer ihsan-ı ilahi olmasa bunları yapmaya kulların gücü yetmez. Bundan başka her hayırlı amelde, ya o amelin gafletle yapılmasına veya sevabından gideren, riya karışmasına sebeb olan nefsin azdırması vardır.
Atiye -6 :
Üç minhanın (6-7-8) işaretlerinde, muhatabın anlayışı kıt olduğundan özetle şöyle dedi: ”Dini hükümlerin istikameti, bilindiği üzere yalnız emirleri yapıp, nehiylerden kaçmak değildir.”
Çünkü, böyle bir kişi kendini büyük görebilir. İnsanların kendisini beğenmesini isteyebilir. Ameline güvenebilir ve gösteriş için yapabilir. Halbuki böyle ameller fayda vermez.
Emirleri yapıp nehiylerden kaçmakla beraber, nefsi gayet kusurlu görmek lazımdır. Hatta nefsi böyle görmek emirleri yapıp nehiylerden kaçmanın anahtarıdır.
İstikametin kemali de emrolunduğu şekilde yapılandır. İstikametin kemali ancak Peygamberler (a.s) için gerçekleşmiştir.
Bundan sonraki, istikamet sahibinin rütbesine göre üst üste sıralanır. Bu kısımlardaki istikametlerde gayet şiddetli zorluklar vardır.
Veli’y-i kamil, kendi nefsini bütün halktan alçak görür. Hatta kafirden dahi. Bu yalnız iman ve küfür yönünden değildir.
Kafirin günahı, eskiden verdiği vaadi bilmemesi ve Allah (c.c)‘ı inkar etmesidir. Veli kendi nefsinin kafirden fazla olarak, emrin emir, yasağın nehiy olduğunu bilip emir sahibini tasdik ettiği halde, gene Allah (c.c)‘ın emrini terk ettiğini, yasakladığını işlediğini görür.
(Cenab-ı Hak ervah aleminde zerreler şeklindeki ervahlara hitap ederek: Ben rabbiniz değil miyim, buyurdu. Bütün ervahlar: Sen bizim rabbimizsin diye cevap verdiler. Dünya aleminde Müslümanlar bu sözü yerine getirip iman ettiler. Buna misak adı verilir.)
Keza Veli kendi nefsini, halk ona tabi olmasına rağmen hiç bir sıfata mazhar olmamış bilir. Kafirde ise en azından mü’minin kaçınması gerektiğini bildiği kahır sıfatı vardır.
(İnsanlar Allah’ın (c.c) sıfatlarının aynalarıdır. Kimisinde Cemal, kimisinde Celal, kimisinde Kahır sıfatları tecelli eder.)
Bu meseleyi müşkül görerek, açıklanmasını istedim. Cevaben: ”Bu söylediğim dini hükümlerin dışı değil, aynıdır. Ancak bunu anlatmakla değil, o makamın zevkini yaşamakla öğrenirsin.” dedi.
Atiye -7 :
Dokuzuncu minhanın açıklanmasında şöyle diyor: ”Mürid iki kısımdır. Biri Mürid diğeri muraddır.
Birincisi Allah (c.c)‘ın ve şeyhin rızasını kazanmak için bütün imkanlarını kullanıp gayesine ulaşandır. Ki bu gayret ve çalışmaya süluk denir.
Süluk ta iki kısımdır:
a) Salik-i meczubdur– Gece gündüz şeyhinin emrettiği yolda yürür. Şeyhinin muhabbet ve terbiyesi ona, Allah (c.c)‘a doğru bir çekilme verir. O buna vakıf oluncaya kadar devam eder. O cezbe ve muhabbet bineği ile gün be gün yükselir.
b) Yalnız saliktir- Yani salik-i gayr-i meczubdur. Bu kısım birinci kısım gibi süluk etmiş, yalnız o şekilde çekildiğine vakıf olamamıştır. Bu ya sekeratta, ya kabirde, ya da daha sonra vakıf olacaktır.
Müridin ikinci kısmı olan murad,birincisi gibi, irade-i cüziyesini çalıştırmamış veya hiç diyecek kadar az çalıştırmıştır. Yalnız Allah (c.c)‘ın emriyle şeyh dileyip ona nazar etmiştir. Bu sebeble de cezbeye düşmüştür. Ki bu cezbeye muhabbet denir.
Muhib de iki kısımdır.
Birincisi: Meczub-u salik olup, cezbesi sebebiyle secaata gelerek süluk etmiş ve ona çok sohbet nasib olmuştur.
İkincisi: Yalnız meczubdur. Yani meczub-u gayr-i saliktir. Meczub olduğu halde, ona secaat gelmemiş, sohbet ve terbiyeden hiç bir şey nasib olmamış veya yok denecek kadar az nasib olmuştur.
En yüksekleri birinci kısım, sonra üçüncü kısım, en alt tabakası da dördüncü kısımdır. Gavs (k.s) ”Hiç eseri kalmamış.” diye işaret ettiği bu kısımdır.
Onuncu minhanın tafsilinde Gavs (k.s): “Kalbe istemeden gelen havatırdan (düşünce) istiğfar “hakkında şöyle dedi: “Gerçi onlar zarar vermezse de yine kalbde bir çeşit ağırlık ve duman meydana getirir. İstiğfar onu siler.”
Onbir ve onikininci minha hakkında dedi ki: “Rabıtanın birçok çeşidi vardır. Minhalarda zikredilenlerle sınırlı değildir. Zikredilmeyenlerin birisi rabıta-i kalbidir.”
(Bu not, Seyda-i Taği (k.s)‘den alınmıştır. Müridin kendi şeyhinin cismini bir mana gibi bilerek onun suretini, büyüklüğünü ve nurani nisbetini kalbinde tasavvur etmesine rabıta-i kalbi denir.)
[su_quote]
”Sen kalbimle, kapağının arasına akıyorsun
Damlaların gözkapağından aktığı gibi.
Kalbimin içindeki zamirine giriyorsun,
Ruhların bedenlere girmesi gibi.”[/su_quote]
Atiye -8 :
Onaltıncı minhada geçen rabıtadaki istikametten murad manevi rabıtadır. Gavs (k.s): Şeyhinden rivayet ederek: “Vefatından sonra şeyhinden feyiz almaya kabiliyetli olan, rabıta-i manevi makamı olandır. Yani devamlı olarak rabıta-i manevi yapabilendir. Rabıta-i maneviyi bazen yapabilen değildir.”
Onsekizinci minha hakkında buyurdu: “Şeriatın en mühim ameli namaz olduğu gibi, tarikatın en mühim ameli de rabıtadır. Çünkü her ikisi de, Allah (c.c)‘ın huzurunda durmayı kapsar.”
Peygamber Efendimiz, Hadisi Şerifte şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet gününde kulun ilk hesap verecek olduğu şey namazdır.”
(Bu nedenle mürid tarikattan çıkmaya niyet ederse çıkmış olur. Şafii mezhebine göre namazın içinde namazdan çıkmaya niyet eden velev ki hareket yapmasa dahi namazı fasid olur. (İane-tü-talibin 1/204) Tarikat ta tıpkı bunun gibi, mürid çıkmaya niyet ederse çıkmış olur. Bu konuda minah 20’ye bakınız.)
Yirmibirinci minha hakkında diyor ki: “Bir tarikat alma niyeti, şeyh için büyük bir nimettir. Nimet ise şükrü gerektirir. Nefsin aczini kırar, nefsin kemalden uzaklığını, kuvvet ve izzetin Allah’a (c.c) haşrolduğunu, gerçek nimet verenin o olduğunu bildiği için istiğfar edilir.
Yine bu niyet, “Sende bir kemalat var ki halk itibar ediyor. “hayaliyle ucub ve tekebbüre (büyüklenme) sebeb olabildiğinden, istiğfarda zilletin ve kemalatın yalnız Allah-ü Teala‘dan olduğunu, havl ve kuvvetin yalnız onda bulunduğunu ikrar etmeyi iyice bildiği için, onları götürür.
Yirmiikinci minha hakkında diyor ki: “Mesh olunan şahıs, bazen çevrildiği suret üzere haşre gelir. Tanınmadığı için de ona şefaat edilmez. Allah (c.c) bizi ve bütün ümmet-i Muhammedi (a.s) korusun.”
Günahtan dolayı nefsine acıyıp, pişman olmak, bazen devamlı, bazen geçici olur. Tesirden gaye, ikisinden biriyle müteessir olmaktır. Acımamaktan gaye ise hiç acımamaktır. Zira geçici olarak acıma meshin men’ine kafidir.
Yirmiüçüncü minha hakkında dedi ki: “Vaazın tesiri, bazen bir korku bazen bir muhabbet hasıl olmasıdır.”
(Tertipliyen Molla Ahmedoğlu, Molla Diyauddin)